Geçmiş, şimdi ve gelecek… Binlerce söz vardır bu mahşerin üç atlısıyla ilgili söylenmiş, değil mi? Kaç kişisel gelişim kitabı yazılmıştır kim bilir bu konuda? Ortak nokta hep aynıdır; geçmişi unut, şimdiyi yaşa, geleceği kucakla. İyi de nasıl?
Geçmiş bağını koparamadığı toksik ilişkiler hemen herkesin hayatında mevcuttur. Sürekli küs-barış arkadaşlıklar, döne dolana başa sarılan geçmiş ikili ilişkiler, flörtler. Bu aslında tamamen “onu tanıyorum, o beni tanıyor” üşengeçliği. Yeni arkadaşlıklara, yeni flört ya da aşklara başlamak için birilerine kendini açıklamaya, tanıtmaya isteği olmama hali. Peki şunu düşünüyor muyuz: Yeniden kaçarak kim bilir neleri elimizin tersiyle itiyoruz…
Gerçek şu ki o “güvenli” sandığın geçmiş artık güvenli değil. Çünkü bir şeye aşina olmak güveni sağlamaz. Güvenli olan şey sabit bir şekilde seninle olandır; değiştirmeden, kabulle, sabırla ve huzurla. Yani bir yoyo gibi it-çek, sev-nefret et, yaklaş-uzaklaş olan her ikili insan ilişkisi tükenmeye mahkum. Ne zaman mı? “Canım kendim” dediğin, o olgunluğa erişebildiğin, en sımsıkı şekilde kendine sarılmaya başladığın an. Kendini pamuklara sarabildiğin zaman.
Tam da kendini kucaklamaya başladığın noktada yeni olan her şeye açık oluyorsun. Yeniler artık, üzerine karabasan gibi çöken korkunç bir soru işareti olmaktan çıkıyor. Yeni, çocukken bir an önce kurallarını öğrenip de oynamak için heveslendiğin bir oyuna dönüşüyor. Yeni tüm cezbedici, keşfedilesi bilinmezliğiyle elinden tutup ruhunu sarıyor.
Önce kendine sarıl, sonra da yeninin elini tut olur mu? Ve şimdiki yenilerin de bir gün geçmişin olabileceğini unutma. Stabil olarak hayatında olacak tek şey kendinsin. Onu şefkatle yoğur, ruhen- bedenen dilediği her şeyi önüne ser.