HAKKIMDA

Daha önce dikiş tutturamadığım blog denemelerim oldu. Çünkü ya süreklilik sağlayamadım ya da daha çocuk aklımla yazdığım her şeye dönüp sonradan baktığımda kurduğum her cümlenin çok beylik olduğunu, boyunu çok aştığını fark ettim. Bu sefer konulara dibe dalıp rahatlıkla kum çıkarabileceğim derinlik kadar değineceğim, söz. Burada olduğunuz için teşekkür ederim. 

Görüp Artıranlara

Deniyorum. Sizi temin ederim ki deniyorum. İnsanları anlamayı, kendimi tüm içtenliğimle anlatabilmeyi, şeffaflığı, tutarlılığı, vazgeçmemeyi, inanmayı, güvenmeyi… Ama gelin görün ki hiçbir zaman bunun değerli bulunan bir şey olduğunu görmedim. Herkesin pasif agresif tavırlara alıştığı, toksik iletişimlerin gırla gittiği, “bak arkadaşım ben üstün insanım” alt metinli tavırların her alana yayıldığı bu çağda ben deneyip başaramayışlarımla gurur duyuyorum. Dersler de alıyorum bir yandan tabii, heybemi dolduruyorum. Eğri de değilim, doğru da. Tek bildiğim tamamen yanlış olmadığım. Hiçbirimiz değiliz. Ama hepimiz bazı yanlışlıkların hasarlarıyız.

Herkes haklı-haksız yarışında. Herkes kendi cümlelerini kıymetli buluyor. Yüklemine kavuşamayan cümlelerimiz, hep birilerinin kendi beyanlarının daha değerli olduğu inancının ürünü oluyor. Herkes açık kolluyor; gardını alıyor. Herkes söylenilenlere takılırken, kimse neden söylendiğini umursamıyor.

İçinde his olmayan ezberden replikler, eylemlere yansımayan beklentiler yaratmak herkesin ideali olmuş. Özür dilerim’lerin içi bomboş, sen ne düşünüyorsun’lar yalnızca sormuş olmak için ve seni seviyorum’lar görev gibi. Profesyonel hayatta da, romantik ilişkilerde de manipülasyon yarışı hakim. Güç savaşı dolu dizgin sürerken, en ufak bir duygu belirtisi güçsüzlük olarak algılanıyor. Akabinde hepimiz elini açık etmemek için poker suratıyla masada konumlanan robotik tiplere dönüşüyoruz. Peki sonuç mu? İflas. Açıkçası ben elime güvenip en azından all-in basmayı yeğlerim. Bir gün elbet kazanacağız.

“Ne Güzel Çocuklardık”

Hepimizin bir kalbe dokunan şarkılar listesi ve o listede de muhakkak bir Sezen eseri vardır, öyle değil mi? Pek çok Sezen Aksu şarkısını bayılarak dinlerim ama Son Sardunyalar benim için bambaşka bir yerdedir. Müziği ayrı, sözleri apayrı vurur beni.

Özellikle 30’larla birlikte o çocukluk masumiyetini, umutlarını, hayallerini o kadar sakin bir tonda ve derin bir şekilde yansıtıyor ki her dinleyişimde kalbim pır pır ediyor, garip bir sükunete bürünüyorum. Bir sürü şeyi en ideal şekilde olmaya çalıştığımız şu yaşları; ne kahraman, ne cesur dümdüz çocuklar olduğumuz günlere özlemle geçirmek o kadar ilginç ki. Yaş aldıkça insanın özlem duyduğu en büyük duygu “umut etmek” oluyor sanki. Belki bu şarkının sözlerini bu denli tokat gibi hissettiren de budur benim için.

Ne olacağını, nasıl olacağını bilemediğin koca bir hayatın tatlı merakı, büyük umutları. Belli bir yaştan sonra ise kendini, tahammüllerini, köşelerini tanıdıkça artık hiçbir şeyin merak hissettirmemesi. Üç aşağı beş yukarı girdiğin her işte, başladığın her ilişkide, tanıdığın her arkadaşta benzer şeyleri yaşayacağını bilmenin öğrenilmiş çaresizliği.

Tatlı sürprizlerle dolu, her yeni günü ümitle kucakladığımız anların özlemiyle…

“Ah o yazlık sinemalar
Kapı önü akşamları
Saksıda son sardunyalar
Avluda el yazmaları

Ah ne kahraman, ne cesur
Ne güzel çocuklardık
Her yeni günü ümitle
Nasıl kucaklardık

Ah kaldırımlar biliyor
Bir devir muhteşemdik
Güz güneşinden hüzünlü
İlk yazdan şendik

Hem utangaç hem hevesli
Mektepli sevgililerdik
Pek kırılgan, pek acemi
Bir söyler bin gülerdik

O pürtelaş piyasalar
İlk sevda, ilk gözyaşları
Yolları hep gurbete bağlar

Ah o gönül şarkıları”

Amme hizmeti:

I’M BACK BITCH!

Burayı epey boşladım. Sevdiğim şeyleri, hobilerimi, sevdiklerimi hatta kendimi epey boşladım.

Ortada dramatik bir neden de yok, depresif bir ruh da… Hani olsa keşke, onları bahane sayacağım. Aksine keşmekeşin içerisinde “günü kurtardım” durdum. Bunu hepimiz yapıyoruz. Bu da sanıldığı kadar kötü bir şey değil. Her zaman derim: Hepimiz büyük hayallere sahip olmak zorunda değiliz. Bu dünyanın bana ve benim gibilere de ihtiyacı var. Biz destek takımıyız. Hayalleri olanları destekleriz ve genel olarak kendimiz için her şeyi akışına bırakırız. Sürpriz severiz ve hayatımızı da küçük sürprizler şeklinde yaşarız.

Dev bir konserde dinleyicilerin omzundan omzuna sekerek sahneye bırakılmayı beklemiyorum. Ben daha çok rockstar’a sütyen fırlatanlardanım. Plansız, hedef odaksız, anın kararlarıyla ve neşeli.

Hayatıma neşe katan, beni ben yapan pek çok şeyden yaklaşık 1,5 senedir uzaklaştığımı fark ettikten sonra bir uyanış yaşadım. Yani yine iyiyim ama daha da iyi olabilirim. Eski ben’i özledim. Beni besleyen, enerjimi yükselten, aklımı kaçırtan her şeyi özledim. Bunun ilk adımı olarak da buraya dönmeye karar verdim.

Yapacak bolca boşumuz, dağıtacak bolca adaletimiz var. Ayağımıza taş değmesin. Öperim.

PODCAST YAYINIMIZLA TANIŞIN: GÖRKEMLİ KAYBEDENLER

Podcast çağını seviyorum. Pandemi başlangıcından beri, sevdiğim ve fikirlerini duymak istediğim kişilerin kulaklığımın içinde bıdı bıdı etmeleri kadar bayıldığım bir dijital olay daha yok! Eğer beni tanıyorsanız zaten işimdeki biricik eski dirsek arkadaşım Müşra ile Trendus Podcast için hazırladığımız onlarca bölüme aşinasınızdır. Müşra’nın yeni kariyer adımı bizi Trendus çatısından ayırsa da çok daha özgür ve “biz” bir oluşuma zemin hazırladı!

Okumaya devam et →

“Birine Anlatırsam Olmaz” Laneti

Birine bahsedersem gerçekleşmez” döngüsünü bilir misiniz? Bunu tek yaşayanın ben olmadığıma dair bir iç rahatlamasına ihtiyacım var. Çünkü ben bununla lanetlendiğime neredeyse eminim. Üstelik sanırım bu laneti çevremdekilere de yayıyorum.

Okumaya devam et →

Gülseren Budayıcıoğlu Dizilerinin Ele Geçirdiği Televizyonlar

Gülseren Budayıcıoğlu ismini son yıllarda sıkça duyar olduk. Kendisi aslında psikiyatr bir bilim insanı olsa da, Türk insanının çoğunun onu senarist sandığına eminim. Çünkü kendisi bu şekilde tanınmayı tercih etti.

Dramatik bir erkek sesinin fragmanda “Gerçek bir hayat hikayesinden alınmıştır” dediğini duyuyorsanız, bir Gülseren Budayıcıoğlu kitabı daha diziye uyarlanıyor demektir. Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda, Doğduğun Ev Kaderindir, Camdaki Kız… Sanırım şimdilik bu kadarlar. Öncelikle bu dizilerin hiçbirini izlemediğimi belirtmeliyim, konularını dahi bilmiyorum. Beni bu yazıyı yazmaya iten şey, denk geldiğim fragmanların bile içimi boğum boğum bir hale getirmesi. Çevremde izleyen, en azından bir fikri olan kişilere danışıp, konularını sorduğumda ise izlememekle ne kadar doğru bir karar aldığımı görmüş oldum.

Okumaya devam et →

Kötü Ekonominin Demotive Çalışanları

Ülke ekonomisinin altın çağını yaşamadığı bir gerçek. PMS dönemindeki gibi inişli çıkışlı ruh halleriyle dövizin durumu da ortada. Hal böyle olunca mavi yakalılar da beyaz yakalılar da, işverenler de maddi anlamda müşkül durumda. Borç yiğidin kamçısı mıdır bilinmez, ancak 21. yüzyılın paket programına dahil olduğu kesin. Çalışan borçlu, patron borçlu, herkesin bir yerlere borcu var.

Okumaya devam et →

Prenses Shaming’e Hayır

Şimdi biraz kalıplardan ve bunları yıkmaktan bahsedeceğiz. Geçtiğimiz günlerde Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamaya çalıştık. Çalıştık çünkü bizim coğrafyamızda bunu doyasıya kutlamak pek de mümkün olmuyor. Kadınlar günü öncesinde eril zihniyet gündemimizdeydi malum. Zihinsel, duygusal dünyalarında güçsüz ve sevgisiz erkeklerin şiddet eğilimlerinden yıldık tükendik; bu apayrı bir konu ve ben bunun için kurulabilecek cümleleri psikiyatrlara, sosyologlara ve antropologlara bırakmayı yeğliyorum.

Okumaya devam et →

Birine Ne İstediğinizi Nasıl Belli Ediyorsunuz?

Bir dizi izledim. İlgimi çeken kısacık bir diyalog oldu. Asosyal bir şekilde kendi fanusunda büyümüş bir genç kız sosyal hayata atılıp başkalarıyla ilişkiler kurmaya başlıyor. Ve günün birinde şu soruyu yöneltiyor: “Birine ne istediğinizi nasıl söylüyorsunuz?

Diğer karakterimizden şu cevap geliyor: “Üstü kapalı ipuçları bırakarak ve yanıldıkları zaman sesli bir şekilde iç çekerek.

Okumaya devam et →

Merhaba Garantici!

Herkesin böyle kendiyle baş başa kaldığı ve saçma anlardan saçma sapan fikirler yarattığı zamanlar vardır. Ben bunu hep su ile yaşarım. Ya bir suya bakıyor olurum, işte deniz kenarı gibi düşünelim. Ya da duş falan alıyorumdur.

Dün duşa girerken yine bir teftiş yaptım. Duş jelleri vs. dolu mu, yoksa yedeklere düşüp banyo dolabından almam gerekiyor mu diye. Baktım şampuan azalmış, bu bana yetmez dedim koydum duş kabinine yeni şişeyi.

Ama yetti. Kendi kendime “ne garanticisin” diye düşündüm. Hay düşünmez olaydım. Konu kendi kendimle konuşurken şampuandan taaa nerelere gitti. İşte o gittiği yeri yazmak istedim.

Okumaya devam et →