Görüp Artıranlara

Deniyorum. Sizi temin ederim ki deniyorum. İnsanları anlamayı, kendimi tüm içtenliğimle anlatabilmeyi, şeffaflığı, tutarlılığı, vazgeçmemeyi, inanmayı, güvenmeyi… Ama gelin görün ki hiçbir zaman bunun değerli bulunan bir şey olduğunu görmedim. Herkesin pasif agresif tavırlara alıştığı, toksik iletişimlerin gırla gittiği, “bak arkadaşım ben üstün insanım” alt metinli tavırların her alana yayıldığı bu çağda ben deneyip başaramayışlarımla gurur duyuyorum. Dersler de alıyorum bir yandan tabii, heybemi dolduruyorum. Eğri de değilim, doğru da. Tek bildiğim tamamen yanlış olmadığım. Hiçbirimiz değiliz. Ama hepimiz bazı yanlışlıkların hasarlarıyız.

Herkes haklı-haksız yarışında. Herkes kendi cümlelerini kıymetli buluyor. Yüklemine kavuşamayan cümlelerimiz, hep birilerinin kendi beyanlarının daha değerli olduğu inancının ürünü oluyor. Herkes açık kolluyor; gardını alıyor. Herkes söylenilenlere takılırken, kimse neden söylendiğini umursamıyor.

İçinde his olmayan ezberden replikler, eylemlere yansımayan beklentiler yaratmak herkesin ideali olmuş. Özür dilerim’lerin içi bomboş, sen ne düşünüyorsun’lar yalnızca sormuş olmak için ve seni seviyorum’lar görev gibi. Profesyonel hayatta da, romantik ilişkilerde de manipülasyon yarışı hakim. Güç savaşı dolu dizgin sürerken, en ufak bir duygu belirtisi güçsüzlük olarak algılanıyor. Akabinde hepimiz elini açık etmemek için poker suratıyla masada konumlanan robotik tiplere dönüşüyoruz. Peki sonuç mu? İflas. Açıkçası ben elime güvenip en azından all-in basmayı yeğlerim. Bir gün elbet kazanacağız.

“Ne Güzel Çocuklardık”

Hepimizin bir kalbe dokunan şarkılar listesi ve o listede de muhakkak bir Sezen eseri vardır, öyle değil mi? Pek çok Sezen Aksu şarkısını bayılarak dinlerim ama Son Sardunyalar benim için bambaşka bir yerdedir. Müziği ayrı, sözleri apayrı vurur beni.

Özellikle 30’larla birlikte o çocukluk masumiyetini, umutlarını, hayallerini o kadar sakin bir tonda ve derin bir şekilde yansıtıyor ki her dinleyişimde kalbim pır pır ediyor, garip bir sükunete bürünüyorum. Bir sürü şeyi en ideal şekilde olmaya çalıştığımız şu yaşları; ne kahraman, ne cesur dümdüz çocuklar olduğumuz günlere özlemle geçirmek o kadar ilginç ki. Yaş aldıkça insanın özlem duyduğu en büyük duygu “umut etmek” oluyor sanki. Belki bu şarkının sözlerini bu denli tokat gibi hissettiren de budur benim için.

Ne olacağını, nasıl olacağını bilemediğin koca bir hayatın tatlı merakı, büyük umutları. Belli bir yaştan sonra ise kendini, tahammüllerini, köşelerini tanıdıkça artık hiçbir şeyin merak hissettirmemesi. Üç aşağı beş yukarı girdiğin her işte, başladığın her ilişkide, tanıdığın her arkadaşta benzer şeyleri yaşayacağını bilmenin öğrenilmiş çaresizliği.

Tatlı sürprizlerle dolu, her yeni günü ümitle kucakladığımız anların özlemiyle…

“Ah o yazlık sinemalar
Kapı önü akşamları
Saksıda son sardunyalar
Avluda el yazmaları

Ah ne kahraman, ne cesur
Ne güzel çocuklardık
Her yeni günü ümitle
Nasıl kucaklardık

Ah kaldırımlar biliyor
Bir devir muhteşemdik
Güz güneşinden hüzünlü
İlk yazdan şendik

Hem utangaç hem hevesli
Mektepli sevgililerdik
Pek kırılgan, pek acemi
Bir söyler bin gülerdik

O pürtelaş piyasalar
İlk sevda, ilk gözyaşları
Yolları hep gurbete bağlar

Ah o gönül şarkıları”

Amme hizmeti:

I’M BACK BITCH!

Burayı epey boşladım. Sevdiğim şeyleri, hobilerimi, sevdiklerimi hatta kendimi epey boşladım.

Ortada dramatik bir neden de yok, depresif bir ruh da… Hani olsa keşke, onları bahane sayacağım. Aksine keşmekeşin içerisinde “günü kurtardım” durdum. Bunu hepimiz yapıyoruz. Bu da sanıldığı kadar kötü bir şey değil. Her zaman derim: Hepimiz büyük hayallere sahip olmak zorunda değiliz. Bu dünyanın bana ve benim gibilere de ihtiyacı var. Biz destek takımıyız. Hayalleri olanları destekleriz ve genel olarak kendimiz için her şeyi akışına bırakırız. Sürpriz severiz ve hayatımızı da küçük sürprizler şeklinde yaşarız.

Dev bir konserde dinleyicilerin omzundan omzuna sekerek sahneye bırakılmayı beklemiyorum. Ben daha çok rockstar’a sütyen fırlatanlardanım. Plansız, hedef odaksız, anın kararlarıyla ve neşeli.

Hayatıma neşe katan, beni ben yapan pek çok şeyden yaklaşık 1,5 senedir uzaklaştığımı fark ettikten sonra bir uyanış yaşadım. Yani yine iyiyim ama daha da iyi olabilirim. Eski ben’i özledim. Beni besleyen, enerjimi yükselten, aklımı kaçırtan her şeyi özledim. Bunun ilk adımı olarak da buraya dönmeye karar verdim.

Yapacak bolca boşumuz, dağıtacak bolca adaletimiz var. Ayağımıza taş değmesin. Öperim.

PODCAST YAYINIMIZLA TANIŞIN: GÖRKEMLİ KAYBEDENLER

Podcast çağını seviyorum. Pandemi başlangıcından beri, sevdiğim ve fikirlerini duymak istediğim kişilerin kulaklığımın içinde bıdı bıdı etmeleri kadar bayıldığım bir dijital olay daha yok! Eğer beni tanıyorsanız zaten işimdeki biricik eski dirsek arkadaşım Müşra ile Trendus Podcast için hazırladığımız onlarca bölüme aşinasınızdır. Müşra’nın yeni kariyer adımı bizi Trendus çatısından ayırsa da çok daha özgür ve “biz” bir oluşuma zemin hazırladı!

Okumaya devam et →

Kötü Ekonominin Demotive Çalışanları

Ülke ekonomisinin altın çağını yaşamadığı bir gerçek. PMS dönemindeki gibi inişli çıkışlı ruh halleriyle dövizin durumu da ortada. Hal böyle olunca mavi yakalılar da beyaz yakalılar da, işverenler de maddi anlamda müşkül durumda. Borç yiğidin kamçısı mıdır bilinmez, ancak 21. yüzyılın paket programına dahil olduğu kesin. Çalışan borçlu, patron borçlu, herkesin bir yerlere borcu var.

Okumaya devam et →

Bir Çikolata Bağımlısının “Şekersiz 21” İle İmtihanı

Ladies and… ladies. Gentlemen’lar için epey alakasız bir yazı olacak çünkü. Özetle PCOS ve insülin dirençliler ekran başına. Stresli geçen günler, home office ile değişen uyku, beslenme ve hareket şekli derken aylardır bundan en çok etkilenen şey birçoğumuz için regl düzeni oldu. Bu boktan hengamede bedenime bir reset atmak isteyerek Şekersiz 21’i denedim. Biraz bundan bahsedeceğim.

Okumaya devam et →

İyi insanların başına neden hep kötü şeyler gelir?

İsyan cümleme hoş geldiniz. Ne zaman hak etmediğimi düşündüğüm bir durumun içine düşsem bunu derim: “Neden iyi insanların başına hep kötü şeyler geliyor neden!”

Eminim herkesin hayatında çok sevdiği ama başına sürekli talihsizlikler gelen bir tanıdığı vardır. O çok sevdiğiniz iyi kişiler ya maddi anlamda büyük zorluklar yaşıyorlardır, ya hastalıklarla cebelleşiyorlardır. Ya da çevrelerinde hep bir kötü arkadaş, sorunlu aile durumları vardır. Belki de aşk hayatlarında yüzleri hiç gülmemiş, hep sert kayaya toslamışlardır. Sorunların basitliği, büyüklüğü fark etmez… Onlar iyidir, masumdur ama yine de sorunlar bir şekilde hep onların yakasındadır.

Okumaya devam et →